25 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir Delinin Elinden

Üç, elli sekiz, otuz yedi, dokuz, beş, iki….
Bunaldım./Gitmeliyim.. Bir şeyler olmalı uzun bir yolun sonunda. Bir uçurum, bulut, ya da bir karınca… Her yerde gördüğüm karıncalardan farklı olmalı ulaştığım. Minik bir burnu olmalı mesela, ya da zarif pembe ayakkabıları fena mı? Başkalarının hayallerindeki beyaz pamuklara benzememeli bulutlar. Griden ton çalabilirler ne ala.. Yakınlarından kuşlar da geçmemeli belki. Bir tren olabilir mi gökyüzünde süzülen? Uzayıp gitse bilmem ki nereye..
Bunaldım./Görmeliyim. Göz kırpmalıyım her gece karşıma dikilen büyük duygusal yıldıza.. Ardından benim yıldızıma.. Hani var ya biraz kırmızı ve bazen turuncu renkte giyinen geceleri.. Yıldızım daha fazla parlamalı ben her ağladığımda. O ağladıkça uzun kirpiklerinden bir damla ‘göz suyu’ düşmeli haylaz bir kedinin önüne… Şaşkın kedi çığlığı basmalı karanlığın en koyu yerinde ne olur? Sonra bir odanın ışığı yanmalı sesi müteakip. Pencereye bir kız çıkmalı gözlüklü, hem de kalın çerçeve-en kalınından. O esnada zarif burnu önde, kaldırımdan ‘tak tak’geçiyor olmalı pembe ayakkabılarıyla karınca.. Ardında tren sesini duymalı bizim meraklı gözlüklü. Şaşırıp kapatmalı penceresini ve gözlerini..
Bunaldım./Söylüyorum. Anlamalı beni kim var kim yoksa. Ve çöpçüler bilmeli her çıtırtıdan sonra yere atmadığımı çekirdek kabuklarını zaten sokakta yemediğimi de… Bir çiçeğe onu sevdiğimi fısıldarken çıldırdığımı düşünmemeli yanımdan geçen altmış beşlik teyze. Bende koparmadan saymalıyım çiçeğin yapraklarını: Bir, iki, üç, altı, on üç, altmış yedi, sekiz…
Bunaldım./Bilmiyorum. Bunaldım dememeliyim mesela. Tam olarak neye benzediğini bilmediğim bu kelimeyi tekrarlamaya fırsat vermemeliyim kendime belki. Düşünürken bir kapı tıkırtısıyla kendime gelmeliyim bir gün. Kapıdaki kırmızı başlıklı bir papağandan başkası olmamalı ne dersiniz? Kafamı ütülemeli şımarık sesiyle. Sonunda dayanamayıp kapı dışarı etmeliyim onu ve kafamdaki tilkileri. Onlar gide dursun tek tek saymalıyım kapıdan çıkanları: Bir, beş, kırk altı, sekiz, üç…
Bunaldım./Korkuyorum. Pencereye bir taş atılmalı hani bir öğle vakti.. Çıkıp dışarı baktığımda göz göze gelmeliyim elinde şapka, beyaz eldivenli bir tavşanla. Tavşan şapkadan başka bir tavşan çıkarmalı karşımda. Sonra bir yenisini ve yenisini… Ben de saymalıyım onları: Dört, bir, altmış üç, yirmi dokuz…
Bunaldım./Gidiyorum. Uçlu kalemimin uçlarından en son kullandığım tükenmemeli tam da şimdi. Bitmemeli son siyah uç, ve ben son kelimelerimin harflerini sayarken: Doksan iki, yedi, sıfır, iki, beş…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder