24 Temmuz 2010 Cumartesi

“Öylesine” Hüzün, Öylesine..

Rahmetinin vahasında toz tanelerine meftun… Yarım yamalak dilekçelerin anlam bozukluğu geçirmiş sahibi… Aldanan ve aldatan, kelimeleri üçüncü sınıf derinliklerden alıntı… Perçeminden tutulmasının farkında, koşmayı marifet sayan kalkamadığı yere… Dağınık, yorgun…

Gecelerin sükunetini varlığına şahit tutmayalı ne çok oldu? Yıldızlara bakmayalı kaç yıldız kaydı gönlümden? Ve susmayalı, ve ağlamayalı…

Serin yürek,
Göğün açık, başın selamet.
Gözlerinin tebessümünden selam dağıt yıldızlara,
Öksüzlüğün mevzu bahis olmasın
Ne de düştüğün yerler.

Göz kırpmaları üzerine al,
Sar sarmala mektupları
Yüreğine inzal olan..
Gizemli bir sıcakla..
Mevcut listesinde onları da an
Göz yaşında bahar kokusu,
Gözlerinde şeb-i aruz…

Hüznümü bu sefer, öyle bir ağaca emanet etmeli. Bu sefer dallara oturup düşünmeli… Bir gökyüzü ağacının tepesi… Düşmeyi düşünmekten intihar etmek yasak. Orada yasak saadet ikramları, kızıl tüylü develer… Bir lokma hüznü baş tacı etmenin vakti geleli çok oldu. Çilekeş kaldırımlarda bağırarak şarkı söylemek…

Her nefeste öldüğüm, her nefeste öldürdüğüm hatıraların sonsuz bir acıyı değil, mavi bir hüznü doğurması için.. İnsanlığımı ve zamanla eridiğimi suratıma karşı söylemesi için.. Biliyorsun figanımın çoğunu içime demirliyorum. Aşkla yuvarlanacak ve içinden sular fışkıracak yerlerini yokluyorum yüreğimin.

Şükür olsun söyletene ki işten değil kelimelerin infilak etmesi en acıtan yerimde. Şükür olsun sağaltana birinci dereceden yanıkları. Anlıyorum şükür olsun, öksüzlüğe ağlamak bir o kadar güzeldir. Heyhat, olmasın göğsüne yaslanacağın bir ana… Umudu uçurtmalara kanat yapana şükür olsun.

Sarayların mermerlerinden şavkıyan göz yakıcılığı göğsünde eriten toprak olmak… Göğsünde gönülde şavkıyan güllere yer açmak ne güzel. Dikenlerini de severek. Meyletmeden cilalı bir kereste parlaklığına. “Giydirilmiş kalas”lara aldırmadan hayatının orasından burasından asılan… Aziz bir ezginin derinliğinde, gözleri yerde, gözleri yaşlı, hüznün halısına binip sahralar dolaşmak ne güzel…

Saatler çınlarken ömrümüzün her deminde telaşa kapılıp gönüller kırmak ne kadar elimizin altında. Kendi gönlümüze kıymak. Gönülden kaleler kurmak ne uzak gönlünü saadete ödünç verene. Gönlünü ayakta tutmak. Hüzün olsun hesapların hapsinde sehpalara serilen hasbi gönül çarpıntılarına. Varsın hüzün olsun.. Üç günlük dünya..

“Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulalarını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar; “Dikkat et!” İşte, o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki: Çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alakadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor. Ve pek çok alakadar ve adeta aşık olduğum dünya, bana: “Uğurlar olsun” deyip misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de, “Allahaısmarladık” deyip o da gitmeye hazırlanıyor.“*
_________________________

* Gençlik Rehberi, Bediüzzaman Said Nursi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder