Rahmetinin vahasında toz tanelerine meftun… Yarım yamalak dilekçelerin anlam bozukluğu geçirmiş sahibi… Aldanan ve aldatan, kelimeleri üçüncü sınıf derinliklerden alıntı… Perçeminden tutulmasının farkında, koşmayı marifet sayan kalkamadığı yere… Dağınık, yorgun…
Gecelerin sükunetini varlığına şahit tutmayalı ne çok oldu? Yıldızlara bakmayalı kaç yıldız kaydı gönlümden? Ve susmayalı, ve ağlamayalı…
Serin yürek,
Göğün açık, başın selamet.
Gözlerinin tebessümünden selam dağıt yıldızlara,
Öksüzlüğün mevzu bahis olmasın
Ne de düştüğün yerler.
Göz kırpmaları üzerine al,
Sar sarmala mektupları
Yüreğine inzal olan..
Gizemli bir sıcakla..
Mevcut listesinde onları da an
Göz yaşında bahar kokusu,
Gözlerinde şeb-i aruz…
Hüznümü bu sefer, öyle bir ağaca emanet etmeli. Bu sefer dallara oturup düşünmeli… Bir gökyüzü ağacının tepesi… Düşmeyi düşünmekten intihar etmek yasak. Orada yasak saadet ikramları, kızıl tüylü develer… Bir lokma hüznü baş tacı etmenin vakti geleli çok oldu. Çilekeş kaldırımlarda bağırarak şarkı söylemek…
Her nefeste öldüğüm, her nefeste öldürdüğüm hatıraların sonsuz bir acıyı değil, mavi bir hüznü doğurması için.. İnsanlığımı ve zamanla eridiğimi suratıma karşı söylemesi için.. Biliyorsun figanımın çoğunu içime demirliyorum. Aşkla yuvarlanacak ve içinden sular fışkıracak yerlerini yokluyorum yüreğimin.
Şükür olsun söyletene ki işten değil kelimelerin infilak etmesi en acıtan yerimde. Şükür olsun sağaltana birinci dereceden yanıkları. Anlıyorum şükür olsun, öksüzlüğe ağlamak bir o kadar güzeldir. Heyhat, olmasın göğsüne yaslanacağın bir ana… Umudu uçurtmalara kanat yapana şükür olsun.
Sarayların mermerlerinden şavkıyan göz yakıcılığı göğsünde eriten toprak olmak… Göğsünde gönülde şavkıyan güllere yer açmak ne güzel. Dikenlerini de severek. Meyletmeden cilalı bir kereste parlaklığına. “Giydirilmiş kalas”lara aldırmadan hayatının orasından burasından asılan… Aziz bir ezginin derinliğinde, gözleri yerde, gözleri yaşlı, hüznün halısına binip sahralar dolaşmak ne güzel…
Saatler çınlarken ömrümüzün her deminde telaşa kapılıp gönüller kırmak ne kadar elimizin altında. Kendi gönlümüze kıymak. Gönülden kaleler kurmak ne uzak gönlünü saadete ödünç verene. Gönlünü ayakta tutmak. Hüzün olsun hesapların hapsinde sehpalara serilen hasbi gönül çarpıntılarına. Varsın hüzün olsun.. Üç günlük dünya..
“Daha çoktan beri başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulalarını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar; “Dikkat et!” İşte, o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki: Çok güvendiğim ve ezvakına meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alakadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor. Ve pek çok alakadar ve adeta aşık olduğum dünya, bana: “Uğurlar olsun” deyip misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de, “Allahaısmarladık” deyip o da gitmeye hazırlanıyor.“*
_________________________
* Gençlik Rehberi, Bediüzzaman Said Nursi
24 Temmuz 2010 Cumartesi
12 Temmuz 2010 Pazartesi
Bir Garip Haftasonu
"Anlam" dedi adam... Anlamını yitirmiş saniyelerin koğuşundan sesleniyordu. Bu bir hastalıktı belki. Sahi anlamı neydi her zerrede anlam aramanın? Bir ağaç dibi mi? Bir kıyı, bir kahvehane... Nereydi aradığı anlamın ikametgâh adresi?
Delikanlı hisleri hep yenik düşerdi kalabalıkların anlamsız bakışlarına. Büyük öfkeler doğup ruhunda, yarım öfkeler sönüverdi."Yaşlanmadım daha" dedi, "Ama yaşlanıyorum"...Nedir ruhumun bağlı kaldığı pamuk ipliği? Hani, tutmasam uçacağım meçhule... Bir yaprak, bir kuş tüyü güçsüzlüğünde...
Yine tutunacağı bir anlam değil miydi eninde sonunda? Bir şey ki biteceği malum, neden sonsuz bir acının müsebbibi olsun... Bekleyecekti sadece, bu kadar basit... Boşalttı ciğerindeki siyah bulutları atmosfere. Bir görevli: "Beyefendi, hava kirliliğine yol açıyorsunuz." Vapur aşina olduğu istikameti izliyordu.
Elindeki sigarayı denize atıverdi az ilerisindeki şişman genç... Söylendi. Görevlinin gölgesinden kurtulup bir tane daha yaktı. "Sigarasız olmaz" dedi, gülümsedi etrafına. Etrafı da ona gülümsedi. Sigarasız yaşanmayan bir hayat... Sigara anlam mıydı yani? Yani çekse içine şöyle bir demet bulut... Sigaramın dumanı sen, ateşi ben olayım... Anla(tı)m bozukluğunun pürüzüne takılmadı, şarkının ezgisini yakalamaya çalıştı. Tambur, kemane, ud, keman sesleri çok geçmeden bir öksürük resitaliyle bölündü... Onun pasif içiciliği farklıydı. Dumanından çok uzak olduğu halde, ciğerlerini sigara doldurmuştu. Düşüncelerini öksürdü, anlamsızlıklarını, anlam sancılarını..."Sigara dokundu da" karşılığını verdi üstüne dökülen anlamsız bakışlara. Anlamsızlık kat sayısını artırmak pahasına... Ah etti, "bir dumansız hava sahası bulmalıyım kendime"
Bir yabani uzaklık takip etti gölgesini... Şehrin sokaklarında, o da gölgesini takip etti... Medeniyet içindeki yabanilik göçüne kapıldı. Yani ki kalabalık içinde yalnızlıklar... Yalnızlıklar içindeki anlamsızlıklar... Kervan yolda düzülür, ya nasib... Kediyi çöp kutusunda kapalı bırakmışlar. Bir madeni para yuvarlanıp logara düştü. Bebeği ağlatmamak için hiç bir şey yapmadılar. Karga beyefendinin şapkasına pislemiş. Otobüste farklı renkteki gazeteleri okuyan iki adam birbiriyle konuşmamaya özen gösterdiler. Logar kapağı neden yuvarlak olurmuş? Dükkânlardaki yazılar okunmak için birbiriyle yarıştı. Kafasını tabelaya çarpan dalgın insana bıyık altından gülümsediler. Üniversiteye bıyıkla girmek yasak mıymış? Bir memurun çocukluğunda karga kovalayamadığına üzülüyor bir hali vardı. Otobüslerin harareti hava sıcaklığını birkaç derece artırıyormuş. Gençler fikstür avantajını hesaba kattı. Dükkânlardan yayılan siyah kokulu ağır ezgiler adımlardaki ritmi cebren ve hile ile tutsak aldı. Bitmeyecek sevdalar periyodik aralıklarla dikiz aynasına takıldı. Boyacı çocuklar bu yıl da vergi rekortmeni olamamış. Güvercinler yıllardır olduğu gibi bir simite talim etti. Yazarın anlaşılmazlık telaşı içtenliğini sürgün etti. Horoz dövüştürmek bu mahallede masum bir eğlence olmuş çünkü yoldan geçen arabalar karşıdan gelenlere sellektör yapıyormuş
radarları daha önce fark ettiği için.
Zamanı öldürürken gel dediğin halde gelmeyen fikirle zaman seni öldürürken git dediğin halde gitmeyen fikir... İkisi arasında kaldı. Gözünü kan bürüdü hikâyenin kahramanının. Düşünmemeyi başarabilse şimdi... Düşüncelerinin zuhurundan bir daha düşünememek korkusuyla yüzleşti... Bir damla yağmur Ey Halık dedi, dayanamıyorum. Kim olduğunu hatırlamaya çalıştı. Aklını yitirmiş olmaktan korkuyordu. Ellerine baktı. Evet onundu. Çantasını karıştırdı. Günlüğü işine yaramalıydı. Şair olduğunu öğrendi günlüğünden. "Yazık ya hu adamcağıza"... Defetti gaipten gelen bu anlamsız, yok hükmündeki cümleyi. Bir şiir şavkıdı gözünde, günlüğünden dışarı taştı:
Bir yok olmuşluğun gecesinde,
Milattan çok öncesi...
Bir gökyüzü ağacının tepesinde,
Düşünmeye mahkum olmak....
Suçu cezasıyla müsemma bir mahkûmum ben,
Güneş görsem eriyeceğim...
"Evladım güneş batıyor..." Sesini içtenliğiyle irkildi şair. Bakımlı, beyaz sakallı ihtiyarı gördü. Tebessümüne baktı gıpta ile, bu dünyadan olmayacak kadar ferah... Bakışları ufuk çizgisinden kaçan son güneş ışıkları kadar sıcak... Bu dört mevsimli çehreye takılı kaldı gözleri. "Bizim camiinin avlusu" dedi, " Dört yanından rüzgâra açık. Hava bozdu. Üşüteceksin be evladım... Terlemişsin de boncuk boncuk. İstanbul'un nazı bu da.. Güneşiyle kandırır seni. Bir bakarsın bulutlar bitmiş üstünde..."
-Amca ben.. Bulamadım da..
-Çoğusu bulamaz evladım, üzülme... Şu aradan girince şadırvan çıkar karşına. Ama burda oturmakla varılmaz ki. Bulmak isteyelim ki evvel, ondan sonra bulması kolay.
-Ben istedim amca… Yapamadım... Her yerde aradım...
-Aramayı bulmak evlat, bulmayı bulmaktan daha kıymetli. Bulursan eğer hiç kaybetmeyeceğini sanırsın, ararsan ise hiç bulamayacağını... Bulursan yanarsın evlat, ararsan pişersin. Bulmak istediğin bir avuç külün kibrinden geç, durgunluğundan... Mezarlara göm onu. Sen avucunda kor taşı evlat, taşı ki koşasın, sıcaklık taşıyasın ocaklara..
-Amca yoruluyorum...
-Yoo.. Ararsan bulacaksın. Bulacaksın elbet... Lakin bu gözlerle görmeyeceksin bulduğunu, bu akılla anlamayacaksın. Sanma ki aklın buna tahammülü var. Yoo... Acık sen evlat, ara... Yorulunca aradığında dinlen. Ve güven, inan evlat.. Ve gayret et.. Ve evlat, hakikatin bayrağını taşı.. Sancak et onu, düşürme; yorulanlar sende sabır bulsun. Görmüyor musun? Vallahi insan hüsranda...
-Amca... Gidiyorsun...
-Ezan okunuyor, hadi evlat.. Selam sana..
-Selam sana amca, selam bana, selam bize...
Şair selam aldı. Selam verdi varlığa. Selam dağıttı şehrin insanlarına... Yüreğinde bin selamla evine dönüp, selam ile daktilosunun başına oturdu.
Delikanlı hisleri hep yenik düşerdi kalabalıkların anlamsız bakışlarına. Büyük öfkeler doğup ruhunda, yarım öfkeler sönüverdi."Yaşlanmadım daha" dedi, "Ama yaşlanıyorum"...Nedir ruhumun bağlı kaldığı pamuk ipliği? Hani, tutmasam uçacağım meçhule... Bir yaprak, bir kuş tüyü güçsüzlüğünde...
Yine tutunacağı bir anlam değil miydi eninde sonunda? Bir şey ki biteceği malum, neden sonsuz bir acının müsebbibi olsun... Bekleyecekti sadece, bu kadar basit... Boşalttı ciğerindeki siyah bulutları atmosfere. Bir görevli: "Beyefendi, hava kirliliğine yol açıyorsunuz." Vapur aşina olduğu istikameti izliyordu.
Elindeki sigarayı denize atıverdi az ilerisindeki şişman genç... Söylendi. Görevlinin gölgesinden kurtulup bir tane daha yaktı. "Sigarasız olmaz" dedi, gülümsedi etrafına. Etrafı da ona gülümsedi. Sigarasız yaşanmayan bir hayat... Sigara anlam mıydı yani? Yani çekse içine şöyle bir demet bulut... Sigaramın dumanı sen, ateşi ben olayım... Anla(tı)m bozukluğunun pürüzüne takılmadı, şarkının ezgisini yakalamaya çalıştı. Tambur, kemane, ud, keman sesleri çok geçmeden bir öksürük resitaliyle bölündü... Onun pasif içiciliği farklıydı. Dumanından çok uzak olduğu halde, ciğerlerini sigara doldurmuştu. Düşüncelerini öksürdü, anlamsızlıklarını, anlam sancılarını..."Sigara dokundu da" karşılığını verdi üstüne dökülen anlamsız bakışlara. Anlamsızlık kat sayısını artırmak pahasına... Ah etti, "bir dumansız hava sahası bulmalıyım kendime"
Bir yabani uzaklık takip etti gölgesini... Şehrin sokaklarında, o da gölgesini takip etti... Medeniyet içindeki yabanilik göçüne kapıldı. Yani ki kalabalık içinde yalnızlıklar... Yalnızlıklar içindeki anlamsızlıklar... Kervan yolda düzülür, ya nasib... Kediyi çöp kutusunda kapalı bırakmışlar. Bir madeni para yuvarlanıp logara düştü. Bebeği ağlatmamak için hiç bir şey yapmadılar. Karga beyefendinin şapkasına pislemiş. Otobüste farklı renkteki gazeteleri okuyan iki adam birbiriyle konuşmamaya özen gösterdiler. Logar kapağı neden yuvarlak olurmuş? Dükkânlardaki yazılar okunmak için birbiriyle yarıştı. Kafasını tabelaya çarpan dalgın insana bıyık altından gülümsediler. Üniversiteye bıyıkla girmek yasak mıymış? Bir memurun çocukluğunda karga kovalayamadığına üzülüyor bir hali vardı. Otobüslerin harareti hava sıcaklığını birkaç derece artırıyormuş. Gençler fikstür avantajını hesaba kattı. Dükkânlardan yayılan siyah kokulu ağır ezgiler adımlardaki ritmi cebren ve hile ile tutsak aldı. Bitmeyecek sevdalar periyodik aralıklarla dikiz aynasına takıldı. Boyacı çocuklar bu yıl da vergi rekortmeni olamamış. Güvercinler yıllardır olduğu gibi bir simite talim etti. Yazarın anlaşılmazlık telaşı içtenliğini sürgün etti. Horoz dövüştürmek bu mahallede masum bir eğlence olmuş çünkü yoldan geçen arabalar karşıdan gelenlere sellektör yapıyormuş
radarları daha önce fark ettiği için.
Zamanı öldürürken gel dediğin halde gelmeyen fikirle zaman seni öldürürken git dediğin halde gitmeyen fikir... İkisi arasında kaldı. Gözünü kan bürüdü hikâyenin kahramanının. Düşünmemeyi başarabilse şimdi... Düşüncelerinin zuhurundan bir daha düşünememek korkusuyla yüzleşti... Bir damla yağmur Ey Halık dedi, dayanamıyorum. Kim olduğunu hatırlamaya çalıştı. Aklını yitirmiş olmaktan korkuyordu. Ellerine baktı. Evet onundu. Çantasını karıştırdı. Günlüğü işine yaramalıydı. Şair olduğunu öğrendi günlüğünden. "Yazık ya hu adamcağıza"... Defetti gaipten gelen bu anlamsız, yok hükmündeki cümleyi. Bir şiir şavkıdı gözünde, günlüğünden dışarı taştı:
Bir yok olmuşluğun gecesinde,
Milattan çok öncesi...
Bir gökyüzü ağacının tepesinde,
Düşünmeye mahkum olmak....
Suçu cezasıyla müsemma bir mahkûmum ben,
Güneş görsem eriyeceğim...
"Evladım güneş batıyor..." Sesini içtenliğiyle irkildi şair. Bakımlı, beyaz sakallı ihtiyarı gördü. Tebessümüne baktı gıpta ile, bu dünyadan olmayacak kadar ferah... Bakışları ufuk çizgisinden kaçan son güneş ışıkları kadar sıcak... Bu dört mevsimli çehreye takılı kaldı gözleri. "Bizim camiinin avlusu" dedi, " Dört yanından rüzgâra açık. Hava bozdu. Üşüteceksin be evladım... Terlemişsin de boncuk boncuk. İstanbul'un nazı bu da.. Güneşiyle kandırır seni. Bir bakarsın bulutlar bitmiş üstünde..."
-Amca ben.. Bulamadım da..
-Çoğusu bulamaz evladım, üzülme... Şu aradan girince şadırvan çıkar karşına. Ama burda oturmakla varılmaz ki. Bulmak isteyelim ki evvel, ondan sonra bulması kolay.
-Ben istedim amca… Yapamadım... Her yerde aradım...
-Aramayı bulmak evlat, bulmayı bulmaktan daha kıymetli. Bulursan eğer hiç kaybetmeyeceğini sanırsın, ararsan ise hiç bulamayacağını... Bulursan yanarsın evlat, ararsan pişersin. Bulmak istediğin bir avuç külün kibrinden geç, durgunluğundan... Mezarlara göm onu. Sen avucunda kor taşı evlat, taşı ki koşasın, sıcaklık taşıyasın ocaklara..
-Amca yoruluyorum...
-Yoo.. Ararsan bulacaksın. Bulacaksın elbet... Lakin bu gözlerle görmeyeceksin bulduğunu, bu akılla anlamayacaksın. Sanma ki aklın buna tahammülü var. Yoo... Acık sen evlat, ara... Yorulunca aradığında dinlen. Ve güven, inan evlat.. Ve gayret et.. Ve evlat, hakikatin bayrağını taşı.. Sancak et onu, düşürme; yorulanlar sende sabır bulsun. Görmüyor musun? Vallahi insan hüsranda...
-Amca... Gidiyorsun...
-Ezan okunuyor, hadi evlat.. Selam sana..
-Selam sana amca, selam bana, selam bize...
Şair selam aldı. Selam verdi varlığa. Selam dağıttı şehrin insanlarına... Yüreğinde bin selamla evine dönüp, selam ile daktilosunun başına oturdu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)