10 Eylül 2010 Cuma

Referanduma Beş Kala...

Uzun, netameli bir süreçten sonra referanduma günler kaldı. Türkiye’nin siyasi gündemi yaz aylarında nadiren yaşadığı bir yoğunlukta geçti. Alanım itibariyle bizi doğrudan ilgilendiren referandum hakkında birkaç kelam –son günlerde de olsa- etmek yerinde olacak diye düşündüm. Lakin yine de teknik hukuki mülahazaları çok da tekrarlamak niyetinde değilim, yeni şeyler söyleme uğraşı içinde bulunacağım.


Hukukçunun en önemli vasıflarından birisi “objektif olması” olarak ifade edilir. Ne var ki söz konusu bir anayasa değişikliği ise hukuk yorumcularının kendi siyasi çizgilerinden etkilenerek değerlendirmelerde bulunmaları kaçınılmaz olmaktadır. Anayasa kanımızca siyaset biliminden bağımsız düşünülemez. Siyaset bilimi ise normatif-öznel görüşlere açık bir alandır. Hukukçularımızın kimileri devlet, resmi toplum, merkeziyetçilik, kollektivite, cumhuriyet gibi kavramlardan güç alırken; kimileri özel inisiyatif, sivil toplum, çok seslilik, otonomi, demokrasi gibi kavramları bayraklaştıracaktır. Bu farklılığın ve bu farklılığın doğurduğu farklı hukuki yorumların olağanüstü görülmemesi gerekir. Salt bu farklılıktan yola çıkarak bir tarafın hukuki yorumunu mutlak manada zayıf, başarısız bulamayız.


Peki hiç bir sınır yok mudur bu yorum farklılıklarının ayağını yere bastıracak? Nedir tüm bu ekollerin, bu farklılıkların nirengi noktası? Yine farklı görüşlere göre bu aradığımız kavram demokrasi, evrensel değerler, cumhuriyetin nitelikleri, kamu yararı, çoğunluğun görüşü, mutlu azınlığın hassasiyetleri vs… diye sıralanabilir. Lakin bizce tek kelimeyle net bir değerdir: adalet! Hukukçunun ve hukukun farklı ekollere göre farklı ilkeleri benimsemesi anlaşılabilir. Bunun içinde olmak üzere herhangi bir ideolojiye, dünya görüşüne angaje olmak dahi hoş karşılanabilir. Tüm bunların üstünde hukuk ve hukukçu bir tek değerden ödün veremez: adil olmak. Adalet ve zulüm ayrımında ortalama ahlaklı bir insanın tercihini hangisinden yana kullanacağı aşikardır; hukukçunun ise böyle bir ayrımda tercih hakkı olamaz. Hukukçunun en asgari ve olmazsa olmaz vasfıdır adil olmak.


Yukarıda geçen, hukuki yaklaşımların farklılığına karşı gösterilmesi gerektiğinden bahsettiğimiz hoşgörü, işte bu noktada, adalet ve zulüm ayrımında söz konusu olamaz. Ve ne yazık ki bu süreçte birçok hukukçunun (yahut hukukçu olmayan sözcünün) mensubu olduğu ideolojik, sosyoekonomik, felsefi “ideal”ini her türlü adalet mülahazasının üstünde tuttuğu gerçeği bir kez daha aşikarane ortaya çıkmış oldu. Hemen belirtelim kararımız “evet”ten yana olacak. Hatta “hayır” oyunu vereceklerin tam da eleştirdikleri noktalarda değişiklikle gelen genel farklılığın daha ötesine gidilebilirdi; yani moda tabiriyle "yetmez ama evet." Daha ötesine geçilmesinin talepçisi, takipçisi olmak kaydıyla evet. Mevcut hukuk sisteminin “adalet dağıtmak” mesleğinden istifa edip kendini ideolojik ortaklarını ve projelerini korumaya adamış olduğunu sık aralıklarla ve dehşetle temaşa ediyoruz. Bundan daha kötüsü olabileceğini sanmadığım için evet. Hayırcıların bütününün darbeci, kötü niyetli, vatan haini vs.. olduğunu düşünmüyorum elbette. Bununla birlikte hayırcıların hiç birinden geçerli her hangi bir sebep duy(a)madığımı söyleyebilirim.


İtirazlar HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştiren değişiklik maddelerinde yoğunlaşıyor. Hayırcı cephe “kuvvetler ayrılığı” ilkesini vurgularken, demokrasiler açısından vazgeçilmez bu ilkenin doğup geliştiği batı ülkelerinin uygulamalarını açıklamakta zorlanıyor. Zira hayırcıların paradigmasına göre Batı’da meclisin, senatonun, devlet başkanının üye dağılımını çok daha etkin rol alarak belirlediği HSYK benzeri kurumlar ya da anayasal denetim yapan kurumlar yürütmenin, yasamanın maaşlı memuru mesabesinde olsa gerek. Tabii ki iddiam batıdaki her türlü uygulamanın kusursuz, yanlışsız, la yusel olduğu değil. Lakin bu iddia kadar büyük bir iddia da kaba tabirle Batı Devletlerinin bu işi bilmediğidir ve elbette ispata muhtaçtır.


Evvela ifade edelim ki -cumhur ulemanın görüşünün tersine- bizce bir hakimin siyasi görüşünü açıklaması, kendisini bu şekilde ifade etmesi tarafsızlığına gölge düşürmez. Bir ideolojiye sahip olmak o ideoloji yanlısı haksız karar verileceğine mutlak karine teşkil etmez. Eğer burada bir zaaf aranıyorsa hakimin kendi ideolojisini açığa vurması değil bir ideolojisi olmasıdır. Bunun önlenmesi, bastırılması mümkün olmadığından açığa vurulmasının önüne geçilmesi de anlamsızdır. Bizce hakimlerin kendi siyasi-felsefi konumlarını bir vesile ibraz etmeleri vicdanların rahatlaması açısından gizlemelerinden daha evladır. Hakim kelimesi yerine memur, öğretmen, kamu görevlisi.. koyarak da yukarıdaki aynı cümleleri rahatlıkla tekrarlayabiliriz.


Bu ayrı bir bahis olarak saklı kalmak üzere, tartışmaların en özünde aslında değişiklik teklifine konu olan kurumların siyasi görüşleri açısından üyelerinin yüzdesi bulunmaktadır. Yargının siyasallaşmasının ne anlama geldiğini hayırcıların konuşmalarının satır aralarında buluyoruz: mevcut iktidara yakın görüşlü insanların DA Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyeleri arasına girebilmesi… Yani yukarıda bahsettiğimiz üzere parlamentonun üye dağılımında daha etkin rol oynaması. Kilit noktası olarak, hayırcılar, mevcut iktidarın karşıtlığı üzerinden bir politika yürüterek, bu iktidarın değişiklikten maksadının kendi görüşünden hakimlerden oluşan bir mahkeme oluşturmak olduğu ifade ediliyor. Böylece kuvvetler ayrımı işlevselliğini yitirecek, siyasal iktidarın denetlenemediği bir tablo ortaya çıkacaktır. Oysa dikkatle ve insafla incelendiğinde değişikliğin gerek HSYK’da gerek Anayasa Mahkemesi’nde belli bir görüşten değil, her görüşten yüksek hakimin görev almasına yol açacağı görülüyor. Hatta denebilir ki mahkeme ve kurul üyelerinin siyasi eğilimleri değişiklikten sonra dahi milletin eğilimiyle paralel bir oranda belirlenemeyecektir, bu bir adaletsizliktir.


Hayırcıların burada itirazı bir mantık silsilesinin değil bir heyecan ve insiyakın ürünüdür. Zira belli ki hayırcıların söz konusu kurumlara yüklediği mana bu kurumların mono blok bir kaya gibi homojen ve iktidar karşıtı olması gerektiğidir. Bir türlü görmek istemedikleri nokta anayasa mahkemesinin –uygulamalarıyla tersini sık sık fiilen ifade etmiş olsa da- siyasi bir yerindelik denetimi değil bir hukukilik denetimi yaptığı gerçeği. Bir çok hayırcı, bu genel demokratikleşme sürecine karşı duran birçok devletçi acı bir şekilde anayasa mahkemesinin parlamentonun genel eğilimine ters yönde bir siyasi eğilime sahip olması gerektiğine inanıyor. Kimileri de böyle olmasını gayri-ihtiyari istiyor. Zira hayırcıların kendi siyasi görüşleri gereği birçok kötülüğün kaynağı kandırılmış ekseri çoğunluğu temsil eden, parlamentonun ekser çoğunluğuna sahip siyasi iktidarlardır. Evet, referandumla ilgisi bulunmayan bölücülük, gericilik, yabancı güçlerin maşası olmak, kayısı üretimini durdurmak gibi suçlamaların bu süreçte gündeme gelmesi aslında çok da şaşılası değil.


Nihayet bence tüm mesele mevcut HSYK’nın değişikliklerle ilgili ifade ettiği o itiraz: “bu uygulamalar ancak ileri demokrasiler için uygulanabilir.” Yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı bu cümleyle netleşmiş gibi: batı elbette bu işi biliyor. Bu çok net bir itiraftır. Evet, bu ileri demokrasilerde bizim mevcut uygulamamız iğreti duracak hatta komik kalacaktır. Bununla birlikte “biz seçimi kazanamıyorsak orada kaliteli demokrasiden bahsedilemez” mesajı veren mevcut kadro ideolojik, sınıfsal bir iktidarın sözcülüğünü yapmaktan çekinmiyor demektir. Bu devlet iktidarının belirlediği bize özgü laiklik, bize özgü demokrasi, bize özgü hukuk devleti hala gündemdeyken bize özgü HSYK’nın, Anayasa Mahkemesi’nin yaşamasına ve yaşatılmasına şaşırmak da anlamsız.


Söylemek istediğimiz, her türlü ayrıntıyı bir yana bıraktığımızda, meselenin aslında çok bariz bir dönüşümün ürünü olduğu. Artık mızrak çuvala sığmamakta, değişik talepleri, kendine güveni ile sivil toplum, resmi toplum karşısında rüştünü ispat etmektedir. Büyük kitleler artık resmi bir ideolojinin nesnesi değil, kendi var oluşunun öznesi olmak durumundadır. Kaçınılmaz ve kimilerince korku verici olan tüm gerçeklik bundan ibarettir. Başka bir şey değil, bence bu referandumun anlamı milletin, var olduğunu onu görmek istemeyenlerin yüzüne karşı bağırmasıdır.